Translate

15 Haziran 2022 Çarşamba

Canım Babam

Ömrü toprakla güreş tutmakla geçti

Toprak sert, bir o kadar da zor rakip…

Peksimet, domates ve yoğurtla,

Sabahtan akşama kazma sallar…

Geri kalan yerleri bir pulluk ve bir çift öküzle sürer,

Tarlalara tütün, bostan, nohut ve buğday ekerdi.

 

Avudan deresinden armut,

Alo Pınarı’ndan kavun ve karpuzla

Doldururdu küfelerini…

 

Mezarlıktan geçerken, ahirete göç eden komşu, akraba ve ataları için kavun, karpuz

En sevdiği Nokrallı dayıya da birinci sigarasını bırakır,

Köye geldiğinde küfeler yarıya iner,

Yarısı nerde diye soranlara;

“Dağıttım, sevaptır, insan kursağına girsin” derdi.

 

Sevdiğini doğrudan söyleyemez, ar gelir

“Üşürsün montunu al, azığını unutma” der,

Dilinle söyleyemediğini,

Gözleri ele verirdi…

 

Toprağın sertliği ona da geçmiş,

İsrafa dayanamaz…

“Kıtlık görmediniz siz,

Nimetin kıymetini bilin” derdi…

 

Köyde büyük küçük ziyaret etmediği ev yoktu…

Muhtar Ahmet Ali,

Kadıların Şaban

Ve Bakkal Hüseyin…

En yakın dostları…

Zengin olmadı hiç,

Amma “kefenin cebi yok” der

Elinde ne var ne yoksa paylaşmasını bilirdi.

 

Mekanın cennet, yaptığın hayır hasenat sevap hanene yazılsın,

Peygamber efendimize komşu olasın,

Biz senden razıyız,

Allah da razı olsun,

Babalar günün kutlu olsun..

 

Canım babam…


13.06.2022/İZMİR

26 Şubat 2019 Salı

İki Oval Cam...

1980’li yılların başları…

Benim ilkokul çağım.

Okuldan çıkınca, eve koşar, önlüğü attığım gibi cevizli harman yerine arkadaşlarla oyun oynamaya giderdim.

Annem, eve giriş ve çıkış anında denk getirebilirse, ipliği iğneye bana geçirtirdi.

Bu benim için kolay ancak bir an önce bitirilmesi gereken bir işti.

Nitekim, çelik-çomak yada muşu oynamak için dışarıda bekleyen bir düzine arkadaş vardı.

Aradan on yıllar geçti. Mekanı cennet olsun, annem 2008 yılında rahmetli oldu.

Eşim de bu işleri ya kendi başına hallettiğinden yada ihtiyaç duymadığından benden pek bir şey istemedi.

Bir gün kayın validem bize geldiğinde, “Oğlum, gözlüğüm yanımda değil. Şu ipliği iğneye bir takıverir misin?” diye sordu.

İğneyi ve ipliği elime aldım amma velakin, bir türlü ipliği iğneye geçiremedim. İğne mi küçülmüştü? Yoksa, benim gözlere mi bir hal olmuştu?

Telefon kamerasını kullanarak, bu işi bir şekilde çözdüm.

Nasıl olsa günlük hayatımı etkilemiyor diye pek de önemsemedim.

Daha sonra, ilaç prospektüslerindeki yazıların samimiyetinin arttığını ve karışmaya başladığını, ardından gazetelerdeki küçük yazıları blok halinde okusam da zorlandığımı fark ettim.

Erteleye erteleye nihayet geçen yıl göz doktoruna gittim.

Önce bir yarım saat kadar ters-düz E, V, C, O gibi harfleri okutturdu.

Gözüne el feneri tutulmuş tavşan gibi, o cihazdan bu cihaza epey bir muayeneden geçtim.

Sonunda bir reçete yazdı. Uzak, yakın ve astigmat. Derece 1,5-2 arası.

Sizde geç bile kalmış, yaş aldıkça gözlerin bozulması normal.

Bak benim de aynı dedi. İçin için göz doktorlarının niye hep gözlüklü olduğunu eskiden beri merak ederdim, merakım giderilmiş oldu!

Saatsiz bir saat bile geçiremeyen ben, gözlük denilince tüylerim diken diken oldu.

Bir bir ortaokuldan, liseden ve üniversiteden gözlük takan arkadaşlarım aklıma geldi: Bülent Büke, Murat Alkan ve Ekrem Kara gibi…

Onlar ta çocukluklarından başlamışlardı bu nesneyi takmaya.

Algıda seçicilik denilen şey kendini gösterdi. Kadın, erkek, çocuk gözlüklü insanlara dikkat eder oldum. 

Bir Cumartesi, Mehmet’imi doğum günü kutlaması için bir arkadaşına bıraktım, dönüşte Atasun Optik’e uğradım.

Satış temsilcisi Bora epey ilgilendi.

Korkularımı anlattım, hiçbir çerçeveyi beğenmedim, hoş zaten beğenmek de istemiyordum.
Sonunda zor da olsa çerçevesiz bir gözlükte karar kıldık.

Eski reçeteye göre hem uzak hem de yakın siparişi verdik, ama Bora “Abi, bifokal olsun, iki gözlük taşımamış olursun” dedi.

Bora’ya “Ben yarın yeniden göz doktoruna uğrayayım, hem bifokal konusunu sorayım hem de reçete aynı mı kontrol ettireyim, üzerinden neredeyse bir yıl geçmiş” dedim.

O da tamam abi Pazartesi  haberleşiriz dedi.

Yeniden doktora gittim.

Büyük bir nezaketle buyur etti içeri.

Daha önceki prosedürü tekrar ettik. Hafiften derecelerde artış olmuş.

"Gözlük alıp kullanırsanız iyi olur. Gözlüğü de bifokal alın, daha önce hiç gözlük kullanmadığınız için böyle alırşırsanız, zorluk çekmezsiniz" deyiverdi.

Geçen geldiğimde, bir başkasıyla konuşmuştum sanki. Zira, tam tersini söylemişti.

8 ayda ya teknoloji çok gelişmişti yada doktoruma bir yerlerden bir ilham gelmişti.

Fazla takılmadım. Atasun Optik’i aradım.

Bora çıktı telefona.

“Sen haklı çıktın, doktor da aynısını söyledi” dedim.

Akşam uğrayıp, bifokal gözlüğe göre ölçüleri yeniledik.

4-5 gün sonra gözlük geldi.

Gözlerimin önünde, iki oval cam duruyor.

Bir akvaryumun içinden dışarı seyreder gibi garip garip bakıyorum etrafa.

Eve geldim, deneme yapıyorum.

Selfie çekiyorum, fena değil, hatta karizmatik de duruyordu.

Yazılar fazla büyümüştü.

Minik yazılar netleşti. Televizyondaki insanlar enine büyüdü.

Yanıma yaklaşan insanların yüzlerini pürüzsüz görmeye alışmış olan ben, artık yılların yüzde, alında ve şakaklarda bıraktığı izleri, vadileri ve tümsekleri çok net bir şekilde görmeye başladım.

Şimdiye kadar gözlerim bana her şeyi olduğundan çok daha iyi mi göstermişti?

Yoksa, benden gerçekleri gizleyerek ihanet mi etmişti?

Belki de hiçbiri. Doğanın yasaları işliyordu.

İnsan nelere alışmıyor ki, mutlaka ben de alışacağım.

Daha çok kitap okuyup, daha çok yazacağım.

Lazım olan sadece biraz zaman….

23 Mart 2018 Cuma

Runatolia 2018: Koşudan Daha Fazlası...

Kış aylarının teğet geçtiği kent Antalya’da 3 Mart 2018 Pazar günü Runatolia koşusu düzenlendi.

Antalya’da bu organizasyonun tarihi 2006 yılına kadar gidiyor.

Günümüze kadar tam 13 kez aralıksız düzenlenmiş bu organizasyon.


Özgür ve Kenan ile İlk Buluşma...
İlki 2016 yılında 10k olmak üzere, 2017’de 21k ve 2018’de 21k olmak üzere şimdiye kadar 3 kez katılma imkanı buldum Runatolia’ya.

Yılın aynı mevsimi ve hatta güzergâh aynı olmasına rağmen, her defasında farklı bir deneyim yaşadım.

Deniz seviyesinde, 18 derece sıcaklık ve neredeyse dümdüz bir güzergâha sahip olması atletlerin kendi rekorlarını kırmaları için ideal bir ortam oluşturuyor.

Doğrusunu söylemek gerekirse, Runatolia 2018 için geçen yılki süremi iyileştirecek yeterli antrenmanı yapamadım.  

Profesyonel koşucular için bu önemli bir sorun teşkil edebilir.
 
Ancak, benim gibi sağlık, hobi, endorfin ve arkadaşlarını görmek için koşan birisi için 800. olmakla, 750. olmak arasında ne gibi bir fark olabilirdi?

Ama her koşuda değişmeyen bir hedefim var.

Hız ve mesafe ne olursa olsun; 1) Yarışı tamamlamak 2) Yürümeden koşarak bitirmek.

Runatolia 2018 21k Koşu Güzergahı
21 kilometreyi zorlanmadan; yürüme durumuna geçmeden koşarak 2 saat 2 dakikada tamamlayabildim.

Benim gibi sonradan bu koşuya bulaşmış bir veteran için; sağlıkla bitirmek önemli olsa da, veteranlar arasında dahi pace, mesafe ve süre meselesi sürekli konuşulan konular.

Ama Runatolia 2018’in benim için anlamı bunların çok daha ötesinde ve farklı bir deneyim.

Bu koşuya üyesi olduğum Ege Maraton Spor Kulübü bir hafta öncesinde Alanya Maratonu’na katıldığı için kurumsal olarak gelmedi.

Kulübümüzden bireysel olarak katılan arkadaşlarımız vardı. Tüzbent Museyeva, Yaşar Gök, Osman Duran, İbrahim Yiğit, Recep Susur ve İbrahim Güler Tuşba gibi.

KSK One Team ve Ege Maraton'dan Arkadaşlarla...
Her kulüp, şirket boy boy fotoğraflar çektirirken, Ege Maraton Spor Kulübü ailemizin yarışta olmamasının eksikliğini hissettim.

Bir taraftan işlerin yoğunluğu, diğer taraftan kayınvalidemin ameliyatı derken, son haftaya kadar Antalya koşusuna gidip gidemeyeceğim belli değildi.

Gidebilme ihtimali doğarsa diye son hafta Wings for Life İzmir koşusundan tanıdığım dostum Serhan Köseoğlu’nu aradım, gidiyorsa, birlikte gidelim diye.

Kendisinin eşi ve daha önceden söz verdiği arkadaşlarıyla birlikte gideceğini, ancak KSK One Team’den araçla gidecek arkadaşların olduğunu ve araçta yeri olan arkadaş olursa onlarla iletişim kurmamda yardımcı olabileceğini söyledi.

Daha sonra döndü ve KSK One Team’den Özgür Yetkin’in telefonunu verdi.  Kısa bir telefon görüşmesinin ardından 3 Mart 2018 Cumartesi günü sabah 08.00’de Üçyol’da buluşmak üzere anlaştık. 
Sanki ilk defa bir koşuya katılacakmışım gibi heyecanla Cumartesi sabahı erkenden kalktım, hafif bir kahvaltının ardından, mini seyahat valizimi aldım ve koşu çantamı sırtlandım.

Üçyola gitmek için yola koyuldum.

Sabah semt pazarı çadırlarının kazıklarını çakan ve lastik ateşi etrafında ısınmaya çalışan pazarcıları selamlayarak geçtim Yeşilyurt Pazarı’nın içinden.

Karabağlar Belediyesi’nin futbol sahasında kadınlı-erkekli yürüyen 10-15 kadar insan vardı.

Ben de buranın ve Karafatma’nın müdavimlerinden olduğumdan, bir kısmı koşan, büyük kısmı yürüyen, müzik dinleyen ve sohbet eden insanlar… Aşina olduğum bir sahne…

Ama içeride olmakla, dışarıdan seyretmek sanki biraz daha farklı oluyor.

Karafatma’yı geçtiğimde vaktin biraz erken olduğunu ve Üçyol’a erken varırsam ne yapacağım? deyip Özsüt’te bir çay molası verdim.

Özgür, “Bornova’ya geldim Birol abi” diye telefon edince, onların 15-20 dakikaya gelebileceklerini hesap ederek, etrafta koşuşan ve az da olsa dükkânlarını açan insanları seyrederek Üçyol’a ulaştım.
Kısa bir süre sonra Özgür’den telefonda; “Abi, ben metro durağı tarafındayım! Sen nerdesin?” diyordu.

Ben 180 derecelik bir göz taramasının ardından, beyaz bir Opel binek arabadan inen ve el sallayan Kenan’ı ve şoför mahallinde Özgür’ü gördüm.

Bagaj tarafı camdan görünüyor; özel bir yarış bisikleti ile tekerlekli sandalye vardı.
Bunlar Özgür’ün olmalıydı.

Arabaya binince, Özgür ve Kenan ile de tokalaştık.

Her ikisi de öyle sıcak karşıladı ki, sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi.

Karabağlar-Gaziemir yolundan ilerliyorduk.

Sohbete başladık.
Her ikisi de KSK One Team’den idi. Bense Ege Maraton Spor Kulübü’nden.

Kenan, asker kökenli olduğu için, dağlara ayrı bir özlemi var gibi görünüyor.
Koşuya  benim gibi sonradan başlamış ama bir altyapısı var o da belli.

Yenişehir’de gıda sektöründe çalışıyor.

Uzun ve ince… Göbeğin G’si yok…

Özgür de, oldukça hafif.

Runatolia’da tekerlekli sandalye kategorisinde yarışmak üzere düşmüş yollara.

KSK One Team’de, aynı zamanda profesyonel koşu koçluğu da yapan Gökmen Aras ile birlikte çalışıyorlarmış uzun zamandır.

Bir yıl kadar önce Karşıyaka’da  tanışmıştım Gökmen ile. Fazlasıyla azimli ve disiplinli bir kişi.

Koçluk yaptığı kişilerin moral ve motivasyonunu yüksek tutmak için ciddi çaba sarf ediyor.

5-6 saatlik yol sohbet için bol zaman var.

Herkes yaşadıklarını ve hayallerini anlatıyor.

Ben Wings for Life İZTO Running Team serüvenimizi, 100 yaşında maraton ve Ironman 70.3  bir gün olursa diye ayakları yere basmayan hayallerimden bahsediyorum.

Özgür,  tekerlekli sandalyedeki başarısını yüzmeye de taşıma hayallerinden ve Kenan da dağlarla olan dostluğundan ve yeni yeni alıştığı koşudaki hedeflerinden söz ediyor.
Köfteci Yusuf'ta Kahvaltı Molası...

Her iki arkadaşım da kendiyle barışık ve espirili insanlar.

Özgür,  küçüklüğünde geçirdiği çocuk felci nedeniyle ayaklarını kullanamadığı için modifiye edilmiş özel bir araç kullanıyor.

Beklediğimden hem çok daha iyi kullanıyor hem de dayanıklılığı süper.

Yol üstünde Kahvaltı için duruyoruz.  Özgür kahvaltı yapıyor, biz daha önce o işi hallettiğimiz için Kenan ile köfte yiyoruz.

Saat 15.00’a doğru Antalya’ya giriyoruz.  Ben Kristal Beach Otel’de kalıyorum, onlar da Elite Başaran Otel’e gidiyor.

Yarım saat sonra ben Elite Başaran’a gidiyorum. Biz Özgür’le, Kenan ise başka bir arkadaşın arabasıyla peş peşe koşu malzemelerinin dağıtılacağı Terracity AVM’nin yolunu tutuyoruz.

20 km civarında bir yoldan sonra, TerraCity’ye varıyoruz. Ama ne kalabalık, Antalya’da hiç araba kalmamış hepsi buraya gelmiş!

Özgür, tecrübesiyle kıskıvrak AVM girişindeki engelli otoparkını buluyor.

Bu otoparkın neden önemli olduğunu da anlattı.

Bu arabalardan; indikten sonra tekerlekli sandalyeye binebilmek için ön kapının tam olarak açılması gerekiyormuş.

Yoksa, binmek mümkün olmuyormuş. Ayrıca,  engelli otoparkının AVM girişinden en fazla 30 metre mesafede olması gerekiyormuş.

Bu otoparkların ne derece önemli olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyordum.

Özgür, tekerlekli sandalye ile yürüyen merdivenlerde öyle bir akrobasi hareketi ile duruyordu ki ağzım açık kaldı.

Hem zor hem de gerçekten bir beceri işi…

Tüm engellere rağmen, hayata tutunuyor, yüzlerce km araba kullanıyor ve hayallerinin peşinden koşuyor.

TerraCity’de malzemeleri alıyoruz, KSK One Team ile birlikte makarnalarımızı yiyor ve ertesi günkü koşu için karbonhidrat yüklemesi yapıyoruz.

Bu arada, Özgür’in yine tekerlekli sandalye kategorisinde yarışacak arkadaşı Enes’in göğüs numarasını almak için organizasyon firmasıyla konuşuyoruz.

Enes İstanbul’da uçağa binmek için bekliyor. Telefon trafiği devam ediyor.
Enes Günel ve idolü Alex Zanardi...

21.00’ten önce Enes’in Antalya’ya gelmesi gerekiyor.

Beklerken, Özgür bana Enes’in hikayesini anlatıyor.

Enes, 7-8 yaşlarında ekstrem sporlarla uğraşmış.

Kayak, dağcılık, atlama ve zıplama ilgili tüm spor dallarında yeteneğini sergiliyormuş.

Ancak, kayak yaparken geçirdiği bir kazadan dolayı omurilik felci olmuş.

2 yıl yoğun bakımda yatmış.

Spor virüsü kanına girmiş bir kere, yataktan kurtulur kurtulmaz ne yapabileceğini araştırmaya başlamış.

Yapabilecekleri sınırlı, sınırlı olmasına da Enes’in durması mümkün değil.

Handcycle ile tanışıyor.

Benzer bir kaderi paylaşan, F1’de geçirdiği kazayla bacaklarına kaybeden dünyaca ünlü F1 pilotu Alex Zanardi’yi örnek alıyor.

Türkiye’de henüz tanınmayan bir spor dalı handcycle.

Özgür de, Enes de handcycle ile pistlerde yer almanın hayalini kuruyor.

Nihayet, Enes’in Antalya havaalanına inmesiyle imza işi çözümleniyor.

Özgür’ün hem koşu arkadaşı hem de rakibi Enes için inanılmaz derecedeki bağlılığı ve çabaları ile göğüs numarası sonunda alınıyor.

KSK One Team’den Serhan, Tümer ve yeni tanıştığım Seniz ile sohbet ediyoruz. Hatta takım fotoğrafında misafir olarak ben de yer alıyorum.


Koşu Klasiği: Baş ve Ayak Fotoları...
Cam Piramit Yakınında Topçu Bataryası gibi duran
Redbull  arabaları...
Pazar sabahı kahvaltıdan sonra, Serhan ve Seniz ile birlikte koşunun start alanı olan Cam Piramit’e doğru  yürüyoruz.

İlk önce, 08.45’te Özgür’ün de içinde yer aldığı tekerlekli sandalye yarışı başlıyor.

09.00’da maraton, 09.15’te yarı maroton ve 09.45’te 10k başlıyor.

Ben 09.15’te koşuya başladım.

Pek zorlandığım söylenemez, zaten çok da kasmadım.

Ama koşu esnasında koşucu arkadaşlar, “Günaydın Antalyaaaa!” diye bağırdıklarında ve yanıt gelmeyince “Günaydın Trafik Işıkları!” diye bağırması gülüşmelere ve koşucuların kendilerini alkışlamasına yol açtı.

Sabahın köründe herkes uyuyor, bizse koşuyoruz.

Köpek kovalamadıkça koşmayı anlamsız bulanlar için, sabahın köründeki bu koşuyu anlamak tabii ki kolay değil.


Koşu Sırasında Çekilen Fotolar: Birol Efe, Serhan Köseoğlu,
Çağla Tarhan, Özgür Yetkin ve Tüzbent Müseyeva....
Ancak, burada koşanlar iyilik peşinde koşuyor, kimisi kansere, kimisi MS’e çare arıyor, kimisi de bir çocuğa, bir engelliye umut olmak için koşuyor.

Kimisi kendisiyle yarışıyor, kimisi de başkalarının koşabilmesi için koşuyor.

Hem kendi sağlıklarına hem de başkalarının yararına işler yapıyor.

Başta da söylediğim gibi yarış 2 saat 2 dakikada bitti.

Özgür ise, 3 saat 5 dakikada 42 km’yi birincilikle bitirdi.
Engelleri aşarak, hayatının anlam zincirine bir halka daha ekledi.

Serhan, hayatının ilk tam maratonunu 4 saat 30 dk da bitirdi.

Kenan, yarı maratonu beni dakika farkıyla geçerek bitirdi.

Ankara’dan gelen Fitbit’ten arkadaşım Çağla da ilk defa koştuğu 10km’yi 58 dakikada bitirdi.

10k’nın kesmediği Tüzbent, yarış sonrasında Antalya’da arkadaşlarıyla bisiklet turuna çıktı.
Yüzyılımızın Bilimadamı: Stephen Hawking...

Özetle, Antalya’da herkes gerçekleştirdiği her hayali için hayata bir çentik attı.

Yüzyılımızın  en büyük bilim adamı olan ve geçtiğimiz haftalarda kaybettiğimiz Stephen Hawking ne diyordu?
"Hayat ne kadar zor görünürse görünsün, yapabileceğin ve başarabileceğin bir şey mutlaka vardır!"

29 Haziran 2017 Perşembe

Güzergah: Kerkenek Yarı, Kalabak ve Avudan...

Bayramın 2. günü yaptığımız koşuda koşu virüsünden bahsetmiştim. Bunu Facebook'ta gören Ahmet Hocam, Birol "bana da bulaştır" diye paylaşım yaptı.

Kerkenek Yarında: Ahmet Hocam ile..
Ben de "büyük bir keyifle" diye yanıt vermiştim. Doğrusunu söylemek gerekirse Ahmet hocanın bu işi bu kadar içten ve çabuk istediğini düşünmemiştim. Yüzyüze geldiğimizde işin ciddiyetini daha fazla anladım. Pirenlik güzergahına ben epey gitmiştim. Farklı bir güzergah seçelim ama sen öner dedim. Ahmet hoca,

 -Uzun yıllardır Kalabak'ı görmedim. O tarafa gidelim
-Tabii iyi olur. Velidede ve Avudan Çeşmesi'ni de ekleyelim. 
-Çok güzel olur. Anıları tazelemiş oluruz. 

Bu konuşmanın ardından, sabah güneşe fazla maruz kalmamak için buluşma saatini 05.45 olarak belirledik. 

Üçüncü bayramı günün sabahında tam da sözleştiğimiz saatte Koca Harman'daydım. Ahmet Hocam'ın mesleği öğretmenlik. Ama biz dil alışkanlığı Ahmet Hocam diyoruz. Ahmet hocam, ben bildim bileli aktif bir insan. Futbola merakı meraktan öte, yıllarca futbol da oynamış. Futbol denilince gözlerinin içinin gülmesinden belli futbol aşkı.

Ben bunları düşünürken, Ahmet hocam Koca Mustafa Dayı'nın evinin köşesinden gülümseyerek çıkıyor. Yaklaşınca;
 
-Selamünaleyküm. 
-Aleykümselam Ahmet Hocam.
-Bir iki dakika geç kaldım. 
-Olur o kadarlık Ahmet Hocam gideceğimiz yerde yoklama almıyorlar. :)

Gülüşüyor ve istikamet Kalabak, yola koyuluyoruz. Ahmet Hocam, sabahın serinliği,

havanın güzelliğinden ve ne iyi edip de böyle bir gezintiye çıktığımızdan bahsediyor. Kaş'a çıkıyoruz. İnişe geçince, Ahmet Hocam bu yolların eskiden çok bozuk olduğunu ve şimdi açılan yollarla ulaşımın rahatladığını söylüyor. Tam Kalabak yoluna girmiştik ki Ahmet Hocam;

Kerkenek Yarı'nda Kareler
Kerkenek'ten Kalabak Manzarası
-Birol, Kalabak'ın tam karşısında Kerkenek Yarı var. Oraya da çıkalım mı?
-Tabii. Madem buraya kadar geldik. 

Önümüze gelen yol ve patika çatalından patikayı tercih ediyor. Yaklaşık 800 metre
sonra Kerkenek Yarı'na varıyoruz. Yar'ın yüksekliğnden ismini fazlasıyla hakettiğini düşünüyorum. Burada, facebook'tan canlı yayın yapıyor ve yaşadığımız bu ana tanıklık eden fotoğraflar çekiyoruz. Ahmet Hocam, neredeyse bu Yar'a çıkalı 30 yıl olmuştur diyor. Ben de buraya geldiğimi belli belirsiz hatırlıyorum. Ama adının Kerkenek Yarı olduğunu Ahmet Hocam'dan öğrenmiş oldum. 
Yar'dan ana yola bir keçi patikasından iniyoruz ve hemen karşısındaki Kalabak Tepesi'ne tırmanıyoruz. Kalabak, Hırkalı Köyü'nde yaşamış, suyundan içmiş ve ekmeğinden yemiş velhasıl havasını solumuş hemen hemen herkesin hayatına mutlaka bir yerinden dokunmuştur. Küçük vadi ve derelerin ortasında, dili olsa "buralar benden sorulur" diyen, dik yamaçları ve dümdüz zirvesiyle etrafına meydan okuyan bir seyir tepesi.


Buradan, Saya Düzünü, Eğrelti Deresini, Asmalı Dere, Velidede Mezarını, Avudan Çeşmesini, Kızıl Tepe, Harman Arkası, Koca Dere, Naldöken, Yeni Köy, Çomaklı Dağı, Davut Deresi, Bayramşah Köyü ve daha pek çok yeri görebilmeniz mümkün. Müthiş bir manzara. Belki bir gün sadece burada yaşamış olanlar için değil, dışarıdan gelen misafirler ve hatta turistler için de bir çekim merkezi olur. Hatta Ahmet hocam ile burada Drone uçurup onunla çekim yapmaktan, kafileler halinde dağ turlarına kadar geniş yelpazede hayaller kurduk. Olur mu? Zaman gösterecek...

Bu arada, Kalabak'ı özleyenler için canlı yayın yaptık. Kameranın açısına doğal bir kahraman olarak, yan yan çalı ve pıynar ormanları arasından kaçan bir tavşan da girdi. Ayarlasak denk gelmezdi. :)

Kalabak'tan Kızıltepe Manzarası
Armut Ağaçları
Veli Dede'nin Mezarı
Kalabaktan kayaların üzerinden atlayarak ve dar keçi yollarından Veli Dede mevkiine doğru inişe geçtik. Eski sayamızın, envai çeşit ( şeker, kavun, kış armudu vs) armut ağaçlarımızın olduğu tarlamıza geldik. Armut ağaçları seyrelmiş olsa da, güzelliklerinden birşey kaybetmemiş ama ne bizim ne de Ali Amcamın sayasından küçük bir iz bile kalmamış. 

Burada Veli Dede'nin mezarına geliyoruz. 1980'lerde bu mezarlığın bulunduğu yer tam bir yıkıklıktı. Hatırladığım kadarıyla, bir iki sarıklı mezar taşı ve üst üste büyük kayraklar vardı. Hatta etrafındaki orman ve çalılardan geçmek tam bir Çin işkencesiydi. Burada büyük bir Veli'nin yattığı kulaktan kulağa dolaşır ancak görülen manzaradan bunu pek anlamak mümkün olmazdı. Yakın zamanda, burası ciddi bir tadilattan geçmiş. Mezar ortaya çıkmış ve çevre düzenlemesi de yapılmış.

Yapanlardan ve yaptıranlardan Allah razı olsun diyor, Veli Dede'nin ruhuna bir Fatiha okuyup yolumuza devam ediyoruz. 
Avudan Çeşmesi-Sığır Kulağı Otları-Asmalı Dere

Sohbetle yavaş tempoda Avudan Çeşmesi'ne varıyoruz. Burası da elden geçmiş. Bu Çeşme'nin su analizi yapıldı mı bilmiyorum. Ama yakın köylerde oturanlar bu Çeşme'ye geçmişten günümüze akın etmeye devam ediyor. Hatta daha eskiden köylerde her evde su yokken ve merdaneli çamaşır makinelerinin bile epey lüks nesneler olduğu dönemde, sabah erkenden merkepleriyle köylüler buraya gelir, çeşmenin etrafında ateşe kazanlar vurulur, çamaşırlar yıkanır, Kızıltepe'nin ormanlarında kurutulur ve akşama köyün yolu tutulurdu. O günler çok geride kaldı ama köyde su olmasına rağmen insanlar buraya gelmeye devam ediyor. Rahmetli babam da, "Avudan suyu ile yapılan çayı hiçbirşeye değişmem" der ve üzerine bir cigara tellendirirdi. 
Avudanın önünde bir traktör ve üzerinde 6-7 kadar su bidonu var. Avudan'da su
azalmış ama su bardağı ile uzanabildiğim kadar hem kendime hem Ahmet Hoca'ya birer bardak su alıyorum. İçip dereden karşıya geçiyoruz.

Ak Yokuş'un Sadece Yokuşu Kalmış...
 
Burası bizim eski tarlamız 25 dönüm civarında. Eksen bitmez. Her tarafı yemyeşil sığırkulağı otlarıyla dolu. Başlangıçta seyrek olan otlar 500 metre sonra geçit vermez bir hal alıyor. Bu ota kolunuz, ayağınız yada teninizin herhangi bir yeri değerse, acayip kaşındırır, tecrübe ile sabit. Geçmişten bildiğimizden, yeniden tectübe etmedik ve karşıdaki Çavuşun Mustafa Dayı'nın yerinden, Asmalı Dere'den, Ak Yokuş'tan Yukarı Kaş'a geldik. Ak Yokuş'u seller yarmış, yokuşu kalmış ama yol yol olmaktan çıkmış. 

Yolda yürürken, futboldan, atletizmden söz ettik. Anılarımıza yolculuk yaptık.

Yukarı Kaş'tan Aşağı Kaş'a doğru yürürken, bir sayanın fotoğrafını çektik. Neye benzediğini bilmeyen okuyucularımın gözünde canlanması için.

Aşağı Kaş, Hırkalı Köyümüzü Kuzey Mahalle yönünden görüyor. Hem köyümüzün hem de melengeç ağacının önünde birkaç poz kendimizi fotoğrafladık. 

Aşağı Kaş'tan Köyümüz
Melengeç Ağacı Önünde Ahmet Hoca
Ayşe Halam ve Ben
Aşağı Kaş'taki  Bir Saya
Kuzey Mahalle Çeşme'sine varmadan yolda Ayşe Halam ile karşılaşıyoruz. Ben de, Ahmet Hocam da ellerini öpüyoruz. Zira benim halam aynı zamanda Ahmet Hocamın da kayın validesi oluyor. 

Bu noktada Ahmet Hocamın yüzünde endorfinin ışığını görüyorum. O ışık gözünden, diline dökülüyor ve;

-Birolcum çok güzel oldu. Biraz yorulduk ama değdi. Kurban Bayramında başka arkadaşların da katılabileceği şekilde bir organizasyon yapalım.
-Tabii Ahmet Hocam. Hem daha hazırlıklı oluruz.

28 Haziran 2017 Çarşamba

Çocukluk Arkadaşım Yakup ile Bayram Sabahı Koşusu...

Bayramın birinci günü karşılaştığımızda sözleştik Yakup ile. Ertesi günü sabah 06.00'da Kuzey Mahalle Çeşme önünde buluşup koşacaktık. 

Kuzey Mahalle Çeşmesi Önünde Yakup & Birol
Ben 10 dk önce buluşma noktasındaydım. Çeşme'nin güney doğusunda kalan Sülüklü Çeşme zamanda yolculuğa çıkarıyor beni. Henüz daha bu Çeşme'lerin etrafındaki betonların atılmadığı ve her tarafın çamur deryası olduğu çocukluk yıllarımızda buralarda itiş-kakışlarımız geçti bir bir gözümün önünden. İyi arkadaştık Yakup ile, ama bu iki günde bir kavga etmemize engel teşkil etmezdi. 

Bunları düşünürken gözlerini ovuşturarak Yakup geldi ve

-Hadi başlayalım...
-Başlamadan bir foto şart..
-Tamam...

Köy içinde yürüyüp, cevizli harmandan itibaren koşacaktık. Halamların evinin önünden geçerken balkondan Üzeyir Abi gördü bizi. 

Sülüklü Çeşmesi-Kuzey Mahalle Çeşmesi
Cevizli Harman-Aşağı Bayır Yolu
Selamlaştık ve yolumuza devam ettik. 

Cevizli harmana geldiğimizde Yakup;
- Burası araba galerisi gibi olmuş.
-Evet, eskiden bir araba bile olmazdı.
-Ne günlerdi? Buralarda az çelik-çomak oynamadık!
-Çok doğru! Yatsı ezanı okunmadan bir Allah'ın kulu bizi eve sokamazdı...

Yeni mezar yoluna girince koşmaya başlıyoruz. Çocuklukta başımız belaya girince yakalanmamak için koştuklarımızı saymazsak Yakup ilk defa koşuyordu. Askerde bir gün önce gelenin sonra gelene bot bağlamasını öğretmesi gibi, bir taraftan koşarken, diğer taraftan koşunun püf noktalarını anlatıyorum. Önümüzde Yakup'un abisinin köpeği bize eskortluk yapıyor.

Eminem Munarı Yolu
Mezarlıktan geçerken içimizden bir Fatiha okuyoruz tüm ecdadımıza. Yola devam...
Yeni mezar yolundan, pirenliğe ayrılan yola döndüğümüzde Hacı Halil'in tarlasının yanından iniş aşağı sallanıyoruz. Koşmaktan ziyade jog gibi. Tempomuz 7 pace civarında. Bir yandan da canlı yayın yapıyoruz. Face'de Serhan Köseoğlu dışında ayakta kimse yok :) 

Bu arada tam eski mezar mevkiini geçerken iki tane çoban köpeği bizim eskortumuza doğru havlayarak koşmaya başladı. Yakup onların saldıracağını düşünerek ayırmaya gitti. Oysa köpeklerin öyle bir derdi yokmuş. Bir araya gelince koklaşmaya ve oynaşmaya başladılar, biz de yolumuza devam ettik.

İlk mola yerimiz Eminem Munarı idi. Orda 5-6 dakika oyalandık. Su içtik Serinledik. Hafiften terleme başladı. Yakup halinden memnundu. İniş aşağı gittiğimiz için zorlandığı da söylenemezdi. Yeni munara gelmeden önce, sonradan açılan yol ile eski yolun birleşim noktasında dolu tanesine benzeyen küçük mıcır taşları var. Çocukluğumuzda bunların üzerinde adeta kayak yapardık. Şimdi ise koşarken düşmemek için dikkatimizi yoğunlaştırmaya çalışıyorduk. 

Pirenlik-Orman Şefliği Çeşmesi
Yeni munarda su dinmiş. Hemen az ilerisindeki palamut ağacının dibinde ikinci molamızı verdik. Daha önce bizim olan tarlalardan, Yakup'ların, Mehmet Ali eniştemin ve Kamil'in Yusuf'un eski bostan tarlalarından konuştuk. Köydeki gençler hep büyük şehirlere göç ettiğinden tarlalar Çavullarlılara satılmış. Elde kalanların çoğuna da zeytin dikilmiş. Daha az bir kısmında, tütün ve buğday ekili.

Dakika dediğin çabuk doluyor, özellikle de gölgede otururken. Tekrar koşmaya
başlıyoruz. Garibanın Damı'nın altındaki yokuşa kadar koşuyoruz. Bir 40-50 m kadar koştuktan sonra, Yakup yürümeye başlıyor, ben de ona uyuyorum. Yürürken bir taraftan da etraftaki yeşil ormanın kuşların ve böceklerin sesine dikkat kesiliyoruz. Yollar bozulmuş. Neden olabileceğini tartışıyoruz. Sel yada traktör işine benzemiyor. Muhtemelen Çataloluk'un altyapısı yenilenirken, yoldan geçen ağır tonajlı iş makineleri veya kamyonların ağırlığından kaynaklanmış olabileceğine kanaat getiriyoruz.


Yokuşun sonlarına doğru Bozköy yol ayrımındayız. Orda Orman İşletme Şefliği'nin bir Çeşmesi var. Devam ediyoruz. Yolda arkamızdan Bozköylü Ali dayım ve yengem traktörle geliyorlar. Bizi traktöre almak için yavaşlıyor. Biz yürüyerek devam edeceğimizi bir şekilde işaret diliyle anlatıyoruz. Zira, traktör sesinden kimse kimseyi duymuyor. 

Çataloluk girişinde Çataloluk levhasını ölümsüzleştiriyoruz. Yangın ekibinden bir kişi ortalığı süpürüyor.
Çataloluk Kahvesi-Çataloluk Hırkalı Yolu
Yangın İtfaiye Noktası-Çataoluk Mezar Önü Çeşmesi

Köy içinde yürüyoruz. Sabah gözünü bizim gibi erken açan birkaç kişi ile selamlaşıyor ve köy kahvesine gidiyoruz. Henüz vakit erken olduğu için çaydan ümidimiz yok. Kahveyi ve köy dükkanını kayınbiraderim Mustafa işletiyor. Sabah kahveyi gelinimiz Gülşen açmış. Yakup dışarıda oturuyor. Ben çay ocağına giriyorum.

-Günaydın Gülşen... Çayın var mı?
-Var, var da. Enişte, nerden geliyorsun böyle...
-Tahmin et bakalım.
-Yürüyüşten...
-Doğru ama bu kez yalnız değilim.
-Yakup da benimle...İki çay verir misin bize...
-Tabii...

Çayımızı içiyor, siftahımızı bırakıp yola koyuluyoruz. Köylülerin bir kısmı işe başlamış ama köyde hareketlenme yeni yeni başlıyor. Köyden çıkışının 500 metre ötesinde yolda irice bir böceğin sırtüstü yavaş yavaş hareket etmeye çalıştığını görüyoruz. Yakup onu çeviriyor, fotoğrafını çekiyor ve yolun kenarına bırakıyoruz. 

Koca Harman-Koşu Güzergahı
Hırkalı Köyü Girişi Yol Kenarı Erik Ağaçları
Yol kenarları erik, şeftali, elma vb bir sürü ağaçla dolu. Hepsinin verimi de oldukça iyi görünüyor. Daha köye girmeden, bir ağacın gölgesinde soğuma hareketlerini yapıyoruz. 

Yakup da, ben de yarı koşu-yarı yürüyüşle geçen ve anılarımızı tazelediğimiz bu etkinlikten oldukça keyif aldık. Saatimin kaydettiği 7 km ve kayıtsız 1 km olmak üzere toplamda yaklaşık 8 km mesafe kat etmişiz.

Yakup, şimdiden sabahları kalkıp koşu yapacağını söylemeye başladı. Tatlı bir yorgunluk olsa da, zafer kazanmış komutan edasıyla köyümüze giriyoruz. Hatta bir dahaki sefere Çomaklı tepesi üzerinden Yeniköy'e gidip bir ayran içip geri dönmek gibi dahiyane bir projemiz oldu. Olabilir mi? Neden olmasın?